Öne Çıkan Yayın
TÜKENMİŞLİK SENDROMU MU?
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Günümüzde birçok insanın yaşadığı şey Tükenmişlik Sendromu.
Artık hiçbirimiz yaşadıklarımızdan zevk almaz hale geldik. Sürekli kendimizi sorguluyoruz. Ben eskiden böyle değildim, hayattan zevk alırdım, kendimi bu kadar bırakmamıştım, neden mutlu olamıyorum, eskiden küçük şeylerle mutlu olabiliyordum gibi sorgulamalar yapıyoruz. Bu sorgulamaları yapmakta aslında hepimiz haklıyız. Özellikle bu pandemi dönemi ile beraber eve kapanmamız, dışarıdaki sosyal aktivitelerimizi gerçekleştiremiyor olmamız, sevdiklerimizle, arkadaşlarımızla beraber, eski alışkanlıklarımızı devam ettiremiyor olmamız ve doğal olarak corona ileti ile alakalı korkularımız böyle olmasını çok fazla tetikliyor.
Bir de benim gibi hayatı zaten kısıtlı olarak yaşayan kronik hastalar, böyle zamanlarda bir tık daha sıkıntı yaşamaya, iyice zorlamaya başladık. Aslında ben kendimi düşünecek olursam, zaten hayatım balkon demirleri ile sınırlıydı. Ama en azından dışarıya çıkabilme ümidim vardı.
Bu yaşanılan kısıtlanma ile beraber,
hapishanedeki Kader Mahkûmu olan kardeşlerimizi düşünmeden edemiyorum. Onların zoraki mahkûmiyetleri ve sevdiklerinden de uzak kalışları. Bir anlık öfke ile anlaşmazlıkla başlattıkları olayın uzun yıllar bedellerini ödemeleri. Peki, şimdi kendime soruyorum ve tabii ki size de soruyorum, değer miydi diye? Sonra kendime şöyle söylüyorum. Filiz, dünya senin etrafında dönmüyor. Yatağa mahkûm olarak yaşayan hastalar, dünyanın birçok nimetlerini görmeden hayatlarını idame ettiren görme engelliler, alacakları kararları özgür iradesi ile alamayan zihinsel engelliler, her ne olursa olsun keşke başımı sokabileceğim bir evim olsaydı diyen evsizler, sevdiklerini kaybetmiş olan kişiler, yaşadıkları zorluklar karşısında içsel dengelerini bulamayan ağır depresif durum yaşayan kişiler. Bunun gibi sıralayabileceğimiz daha o kadar fazla şey var ki aslında. Bu durumda kendimi şanslı olarak görüyorum. En azından sevdiklerimle beraberim, ayaklarım sağlıklı, gözlerim görüyor, başımı koyabileceğim bir yastığım, çatısının altında mutluluk duydum bir evim ve beni ayakta tutan bir gelirim var.

Bazen balkonumda oturuyorum, gökyüzüne bakıyorum, sonra çevremdeki evleri göz ucuyla süzüyorum ve diyorum ki, kim bilir şu anda kimler acı içinde çığlık atıyor, Kim bilir kimler şu anda bir ölüm acısı yaşıyor, kim bilir hangi anne çocuğuna yemek bulamıyor. Sonra yine kendime dönüyorum ve diyorum ki, Şükürler olsun Rabbim verdiğin her türlü nimete, bolluğa, berekete, huzura ve sağlığa.
Ben çocukluğumda hayatın en kötü, en
negatif taraflarını hatırla ki, yaşadığın hayata şükret diyen bir aile ile
büyüdüm. Kendinden daha üst sınıfta, daha rahat, daha bolluk içinde ki kişileri
gözünün önüne getirirsen, kendini dünyanın en berbat ve şanssız insanı olarak
görürsün derdi ailem. O zamanlarda çocuk aklımla neden iyi olana odaklanmayayım
ki derdim. Bu yaşıma geldiğimde, aldığım eğitimler doğrultusunda mutluluğa
odaklanmamak değil, zor durumları gözünün önüne getirerek, şimdi ki hayatına
şükretmek olduğunu öğrendim. Çünkü zenginlik ve bolluk dediğiniz şey, çok fazla
şeye ihtiyaç duymak değil, en az şeye ihtiyaç duymakmış, bunu yaşayarak deneyim
ettim. Elbette zorluk yaşayacağız, bazen bu zorlukların altında kaldığımızı
hissedeceğiz ama yine de her şeye rağmen, her şeye inat, dimdik ayakta
kalacağız. Geçen sosyal medyada bir yazı önüme geldi ve gerçekten şimdiki ruh
halimizi çok iyi anlatıyor diye düşünüyorum. O yazı şöyleydi;
Nasılsın diye sorma. Filistin gibiyim işte. Bir yanım işgal
edildi, bir yanım hala direnişte. O kadar doğru bir söz ki kendimi şu anda bu
sözle anlatabiliyorum aslında. Sonra bir anda Ulu Önderimiz Mustafa Kemal
Atatürk'ün bize Işık olması için miras bıraktığı bazı sözler aklıma geliyor.
Hani diyor ya Ulu Önderimiz,
Başarılarda gururu yenmek, felaketlerde ümitsizliğe direnmek lazımdır. İşte bu yüzden kendimizi Dünyanın Merkezine koymaktansa, etrafımızdaki güzelliklere odaklanırsak, hem direnişimiz güçlü olur, hem hayata daha sıkı bağlanırız, umudumuzu da asla kaybetmeyiz. Çünkü o zaman egomuza teslim olmamış oluruz. Daha fazlasını istemektense, elimizdekileri güzelleştirmenin formülünü bulmak mutluluğun diğer bir formülü. Çünkü hepimizin bildiği gibi hayat hem adil değil, hem de çok kolay değil. Dışarıdaki olaylara bakarak ya da bunlar bizim hayatımızda gerçekleştiğinde, bizim bu olaylara karşı duruşumuz ve içsel gücümüz mutluluğumuzun göstergesi.
Bu dünyanın içerisinde çok kısa bir zaman yaşadığımızı hesaba katacak olursak ve hayata böyle bakacak olursak, hiçbirimizin hayatında mutsuzluğa yer vermemesi gerekiyor.
Çünkü hayat üzülemeyecek kadar kısa. Hayata güzel anlamlar yükleyerek yaşamak aslında en doğrusu. Mutlu, huzurlu ve başarılı insanların anlık mutsuzluklara ayıracak kadar bol zamanları olmuyor. Bu dünyada en değerli ve en kıymetli şey zaman. Çünkü zaman, bizim her şeyi idrak etmemizi sağlayan ve hatalarımızı düzeltme şansı veren bir olgu. Yaşayamadıklarımızı ya da geçmişte yaptığımız pişmanlıkları düşünmektense, şimdi şu anda yaptıklarımızı ve sahip olduklarımızı düşünmek ve buna göre davranmak en doğrusu.
Yaşanılan şey zaten yaşandı, gelecek ise henüz bilinmiyor. Ama o geleceği, biz şimdiki anın gücü ve düşünce yapımızla şekillendirebilme gücüne de sahibiz. Oturduğumuz yerden korkularımızı düşünerek, kayıplarımızı düşünerek hiçbir şey elde edemeyiz. Ama ayağa kalkar, eyleme geçersek her şeyin üstesinden gelebiliriz. Çünkü yüzleşemediğimiz her korku bizim ilerlememizi engelliyor. Bazen dibi görmek güzeldir biliyorsunuz değil mi? Çünkü ne kadar dibe inerseniz, o kadar hızlı yükseğe çıkmak için güç toplarsınız. Ve bazen hayat yolculuğumuzda kaybolduğunuzda, doğru yolu yine içsel yolculuğunuzda bulursunuz.
Bu yüzden şimdi ayağa kalkın, sahip olduklarınız için
şükredin ve gelecek de arzu ettiğiniz ne varsa onlar için mücadele etmenin bir
yolunu bulun ve hayatla dans etmeye hazırlanın.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar



Yorumlar
Yorum Gönder