ÇARESİZSENİZ, ÇARE
SİZSİNİZ…

“Düzenim bozulur,
hayatım alt üst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının
üstünden daha iyi olmayacağını?” (Şems-i Tebrizi)
Ne de güzel bir
söz bu, insanın içine ferahlık getiren bir söz gerçekten. Annem hep “Hayat sana
bazen hediyeler verir ama ambalajı kötü olabilir” der. Kötü bir olay yaşarsın
fakat altından bambaşka güzellikler doğurur sana. Zaten aslında en yükseğe çıkabilmek
için bazen en dibi görmek gerekir. Gerçi başına gelen kötü bir olayda onu
düşünüp kendini iyice dibe çekersen orada boğulur gidersin. Yine senin seçimine
kalıyor bu durum da.
Ben önceki
çalıştığım yerden farklı sebeplerle ayrılmıştım. Hatta çeşitli suçlamalara ve
konuşmalara maruz kalmıştım. Yaklaşık üç hafta işsiz kaldım. İlk başlarda
psikolojim de bozulmuştu. Çünkü hiç beklemediğim insanlardan darbeler almıştım.
Zaten aslında en çok sevip değer verdiklerimiz var ya onlar acıtır insanın
canını. Hem işimi çok seviyorken ayrılmak hem de çirkin konuşmalar duymuş olmak
canımı yakıyordu. Evden dışarı çıkmıyor hatta evde bile hiçbir şey yapmıyordum.
Gerek annemle konuşmalarımız gerekse yalnız kaldığımda düşünmelerim sonucu pes
etmemeye karar verdim. Evet, düşmüş olabilirdim ama hayatın sonu değildi.
Gücümü toplayıp yeniden ayağa kalkmalıydım. Çalıştığım yerden beni tanıyan
müşterilerim bir dükkân açmıştı ve beni istemişlerdi zamanında. Ama ben işimi
sevdiğim için düşünmemiştim. Ve karar verdim gittim konuştum. Çok şükür ki her
şey de anlaştık ve ben servis elemanı olarak işe başladım. Sonrasında hem
çalışkanlığımla hem de şimdi ki patronumun destekleriyle kısa süre içinde müdür
oldum. Kendime güveniyordum. Kadınlığımı kullanarak değil çalışkanlığım ve dürüstlüğümle
yapıyordum işimi. Benim içinde önemli olan buydu işte. Takdir edilmek…
Artık öğrenmem
gereken idareydi. Trajikomik olan durum ise zamanında bana “ Senden müdür
yardımcısı falan olmaz. O kafa yapısına sahip değilsin” denmesiydi. Tabi daha sonrasında
çeşitli sorunlardan ve anlaşmazlıklardan dolayı dükkân kapandı. Bu durum beni
fazlasıyla üzmüştü. Acaba her şey tekrardan başa mı dönüyordu? Ben tekrardan
başarısız olarak mı nitelendirilecektim? Yoksa söylenen o sözler doğru muydu ve
ben gerçekten müdür olabilecek kapasitede değil miydim? Oysa ben başarılı
olacağıma ve iş hayatında yükseleceğime inanıyordum. Bu konuda inancımı
kaybetmemiştim. Peki, neden içimde böyle bir çelişki yaşıyordum? Tam bu
duygularla mücadele ederken annem bana iki tür insandan bahsetti. Saydıcılar ve
rağmenciler. Saydıcı insan tipi şöyle düşünürmüş; benim de param olsaydı ben de
iş yeri kurabilirdim. Beni destekleyen insanlar olsaydı ben de başarılı
olabilirdim. Rağmenciler ise şöyle düşünürmüş; tüm zorluklara rağmen başardım.
Beni destekleyen insanlar olmamasına rağmen hayallerimi gerçekleştirdim. O
zaman anladım ki ben rağmenci bir kişilik yapısına sahibim. Bunun yanında
içimde biraz da saydıcı insan tipi varmış. Bu durum aynı yolda karşımıza çıkan
yol ayrımlarına benziyor. Hangi yöne gitmek istediğinize siz karar
veriyorsunuz. Ben seçimimi rağmenci kişiliğimi öne çıkarmak üzerine kullandım.
Ve bilemezdim böyle kötü gözüken bir olayın altından çok daha güzel bir durumun
çıkacağını. Tam da o kapı kapandı derken çalıştığım eski yer Konyaaltı’ndaki dükkânı
kapatıp Lara tarafına yeni bir dükkân açtı. Ve ben müdür yardımcısı olarak işe
başladım. Yavaş yavaş tecrübe ediniyordum. Yeni açılmış dükkânın nasıl
sorunlarla karşılaşabileceğini öğrenmiştim ve şimdi de bir dükkân açılırken
neler yaşanabileceğini öğreniyordum. Patronum işletme konusunda çok yetenekli
bir adam. Onun yanında çeşitli yetkilerle işe başlamak ve ondan bir şeyler
öğrenebilecek kadar yakın olmak en büyük şansım bence. Benim yaşadığım resmen
Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğmak oluyor sanırım. Ve de hala çınlıyor
bazen kulağımda o sözler. Onu duyduğumda kendimi kaptırıp olduğum yerde
sayabilirdim. Ama ben tersini yaptım. İçimdeki savaşçı yanım yapabilirsin
diyordu ve haklıydı. Benim hedefim kendi iş yerimi açmak. Ve bir gün kendi
açtığım yerde masama oturarak yazacağım bu yazılarımı. Tabi ki yeterli
tecrübeye sahip olunca açacağım kendi yerimi. Ve biriktiriyorum tecrübelerimi de
çakıl taşları gibi bir çantaya… İşte o zaman sizlere Türk filmlerindeki
dramatik sahneler gibi “ Bir zamanlar fakir ama gururlu bir kız vardı ya işte o
benim” diyeceğim J Eğer
ben o zaman o olayları yaşamasaydım belki de hala barista olarak kalacaktım ve
asla yeni şeyler öğrenemeyecektim.
Demek istediğim
başınıza gelen kötü bir olayda lanet okuyarak ve sürekli olayı düşünerek
kendinizi dibe çekmeyin. O olayın altından nasıl bir güzellik çıkacağını ve
size neler katacağını düşünün. Hayat işte bu… Kendinizi sevmeyi öğrenin. Tek
gerçek sensin ve geriye kalan her şey senin gelişimin için buradalar. Tüm
bunları yapabilmek için önce kendine inanman ve sevmen gerekir. Eğer sen
kendini seversen içinde sevgi tohumları yeşerir ve ailene, işine, etrafına
sevgi besleyebilirsin.
Unutma; kendini
sev. İnsanları olduğu gibi kabul et ve değiştirmeye çalışma. Hayvanları ve
doğayı sev, onlar senin ruhunla en iyi iletişimi kurarlar. Belki de unuttuğun
özelliklerini hatırlatırlar sana. Senin hayat koşturmacasında unuttuğun
şeyleri. İnsanlığı, merhameti ve koşulsuz sevgiyi mesela…
Sevgiyle kalın…
Yorumlar
Yorum Gönder